Faruk Bildirici, İsmail Küçükkaya'nın Çalar Saat Programı'dan Memleket Partisi lideri Muharrem İnce'ye hitap şeklini inceledi.
FARUK BİLDİRİCİ'NİN YAZISI ŞÖYLE:
Gazeteci “Başkanım” ya da “Paşam” dememeli
Memleket Partisi Genel Başkanı Muharrem İnce, FOX TV’de “İsmail Küçükkaya ile Çalar Saat” programındaydı. İnce, sığınmacıların ülkelerine dönmesi için Suriye’ye gidip görüşmelerde bulunmaktan söz edince Küçükkaya, “Valla bunu yapın Sayın Başkanım” dedi. Program boyunca da İnce’ye bazen “Başkanım” diye hitap etti; bazen de “Sayın İnce”, “Sayın Başkan” diyerek soru yöneltti.
İsmail Küçükkaya, Muharrem İnce’nin partisine üye olsa anlarım; o zaman İnce onun da “başkanı” sayılabilir. Fakat o partili değil, gazeteci olduğuna göre partiyle ilgili kişilerin kullanacağı bir ifadeyi diline pelesenk etmemeli.
Aslında siyasetçi jargonunun gazeteciler ve TV programcılarına yansımasının sonucu bu. Sadece Küçükkaya değil, birçok gazeteci ve sunucuda da rastlıyorum muhataba bu şekilde hitap edilmesine.
Hatta bazı haber ve tartışma programlarında akademisyenlere “Hocam”, emekli askerlere “Paşam” diye hitap ediliyor. Böylece söyleşi yapılan kişiyle senli benli bir konuşma tarzı tutturularak temas-mesafe kuralı ihlâl edilmiş oluyor, arada mesafe bırakılmıyor. Hem de soru sorulan kişi hiyerarşik olarak gazeteci/programcıdan üstte bir yere konumlandırılmış oluyor.
Yeri gelmişken belirteyim, gazetecilerin diline yine siyasetçilerden bulaşmış bir yanlış daha var, o da siyasetçilere eski unvanlarıyla hitap etmek! Eski cumhurbaşkanları’na sıra numarasıyla, 20 yıl önce milletvekilliği yapanlarla “Sayın Milletvekili”, eski bakanlarla “Sayın Bakan” diye konuşulur. Bir kere kazanılmış unvan ömrü billah yanlış şekilde sürer gider!
Gazetecilerin, siyasetçilerin hassasiyetlerine yanıt vermek, onları taltif etmek gibi bir yükümlülükleri olamaz. Unutmayalım, hitap şekli söyleşinin akıbetini belirler.
Cinayete ortak olan haber dili
“Devlet şiddetinin pornografik ve sistematik uygulayıcılarından İsrail devleti” diye başladığınız yazınızda baştan peşin hükümlü bir habere imza atmış bulunduğunuzu üzülerek görmekteyim” diyordu Sami K. adlı okur. Candan Yıldız’ın “İsrail, Filistin'in sesi gazeteci Şirin Ebu Akile’yi öldürdü; Türkiye’den resmi açıklama yok” başlıklı yazısını tek yanlı bulmuş, iki tarafın görüşünü de almak gerektiğini söylüyordu.
El Cezire muhabiri Şirin Ebu Akile’yi İsrail askerlerinin öldürmediğini savunuyor, “Haberiniz ülkemizde sık dile getirilen yandaş gazeteciliğin bir başka versiyonu gibi durmaktadır” diyordu. Elbette İsrail tarafının da görüşünü yansıtmak gerekir.
Ancak İsrail Başbakanı Naftali Bennett “gazeteciyi öldüren kurşunun Filistinliler tarafından sıkılmış olabileceğini savunsa da görgü tanıkları onu yalanlıyordu. Olay sırasında Akile’nin yanında olan ve yaralanan gazeteci Ali Samudi, Reuters'a “İsrail askerlerinin bir anda Ebu Akile'nin bulunduğu tarafa ateş etmeye başladığını” söylemişti.
ABD medyasında New York Times ve AP gibi kuruluşlar, haberlerinde iki tarafın açıklamalarını aynen aktarmakla yetindiler; “öldürüldü” diye pasif dil kullandılar. NewsLabTurkey’deki yazısında Ahmet A. Sabancı’nın belirttiği gibi, ABD medyasının bu tavrı “kesin verilere rağmen nasıl öldüğü belirsizmiş izlenimi yaratacak ve Akile’nin ölümünden sorumlu olanların bunu gizlemesine yardım edecek” bir habercilik tarzı.
Türkiye’de gazetecilik meslek örgütleri de İsrail’i kınayan açıklamalar yaptılar; medyanın hemen tamamı da cinayetten dolayı İsrail’i sorumlu tutan haberler yayımladı. Doğrusu da buydu.
Ama benzer cinayetler Türkiye’de işlendiğinde medyanın aynı tutumu almadığını da hatırlatmalıyım. Örneğin 1992’de Sabah muhabiri İzzet Kezer, Cizre’de elinde beyaz bayrak olmasına rağmen polis ateşiyle öldürüldüğünde medyanın büyük bölümü cinayetin sorumlularını açıkça yazamamıştı.
Failin belli olduğu bir durumda “ahlaki tarafsızlık” adına iki tarafın görüşünü aktarıp hükmü okura bırakmak kabul edilemez. Faili gizlemek cinayete ortak olmaktır. Asıl taraf tutmak budur.
İktidar medyasının damgalayıcıları
İktidar medyasında sıradanlaşan damgalama faaliyetinin son kurbanı Kürt sanatçı Aynur Doğan. AKP’li Derince Belediyesi’nin konserini iptal etmesinin ardından AKP Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş, “PKK'ya sırtını dayamış, PKK propagandasını yapan birisi” diye konuşunca iktidar medyası onu izledi. Akşam, A Haber, Takvim, TRT Haber ve Yeni Şafak “Öcalan posteri önünde konser verdi”, Yeni Akit “PKK sempatizanı” haberleri yayımladı.
Sanatçıya destek vermek için TBMM’de İngilizce ve Kürtçe şarkı söyleyen CHP Bursa Milletvekili Nurhayat Altaca Kayışoğlu’nu da “CHP’li vekil, PKK destekçisi ‘sanatçı’ için TBMM’de şarkı söyledi” (Yeni Şafak), “Dar Hejiroke’yi söyleyen CHP’li vekil, Kürtçe provokasyonunu Meclis’e taşıdı (Yeni Akit), “CHP’li vekil, PKK destekçisi için Meclis’te Kürtçe şarkı söyledi” (Akşam) haberleriyle yargıladılar.
Aynur Doğan hakkında “PKK’yı desteklediği” suçlamasıyla açılmış bir dava yok. En azından konseri iptal edilene kadar yoktu. Hakkında bir soruşturma, dava, yargı kararı olmadan bir sanatçıyı bu şekilde damgalamak büyük bir haksızlık.
Üstelik iktidar medyası, Aynur Doğan’ın, eski bakanlardan AKP’li Hüseyin Çelik’in anımsattığı gibi, “Çözüm Süreci”nde 2010 yılında Dolmabahçe’de düzenlenen toplantıya çağrılan ve “Avrupa Kültür Başkenti” törenlerinde Kürtçe Türkü söylemiş bir sanatçı olmasına da aldırmadı. AKP’li bir belediyenin yaptığını savunmak için sanatçıyı karalamayı görev bildi.
Zaten bu karalamaları sıklıkla yapıyor iktidar medyası. AKP’nin hoşlanmadığı bir açıklamada bulunan, bir faaliyette bulunan kim varsa bir anda “PKK’lı”, “FETÖCÜ” ya da “Vatan haini” olabiliyor. Hatta yeni gördüm. Sabah, “Kuytul’un eşini PKK’lılar karşıladı” haberinde de “KHK ile memurluktan atılan” bir kişiyi, hakkında yargı kararı olmamasına rağmen “PKK’lı” olarak nitelendiriyordu.
İnsanları bu şekilde damgalamak gazetecilik değil, tam bir karalama ve propaganda faaliyeti…
Tek cümleyle…
Türkiye’de sokak röportajları yapmayan A Haber, Londra’da halka “İngilizler kimin tahta geçmesini istiyor” diye mikrofon tutup Kraliçe Elizabeth sonrası için nabız yokladı.
TGRT Haber’de “Bilmedikleriniz” programı yorumcusu Erol Köse, öyle olmadığı halde “Belgesellerde görüyorum mesela ABD Başkanı basın toplantısı yapıyor medyaya sorular dağıtılıyor ‘Sen şunu sor sen şunu’ diye ama burada (Erdoğan) öyle mi bilemiyorum” dedi.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun, NATO zirvesinde İsveç Dışişleri Bakanı Ann Linde’e “Bıktık feminist politikanızdan” diye bağırmasını iktidar medyasının çoğu hiç görmezken Türkiye de “ince ayar” diye yorumladı.
Hakimler Savcılar Kurulu’nun 14 Mayıs’ta Hürriyet’te yayımlanan kumpas davalarıyla ilgili 4 sayfalık ilanı Prof.Dr. Bingür Sönmez fark edip Sözcü’den Deniz Zeyrek’e anlatıp o da yazana kadar gazeteciler görmemişti.
Gençlik ve Spor Bakanlığı, düzenlenen tenis turnuvasını izlemeleri için İstanbul ve Ankara’dan bir uçak dolusu gazeteciyi tanıtım amacıyla Şırnak’a götürdü.